![]() |
Esfahan->Shiraz->Yazd->Garmeh güzergahı. |
Yazd'dan sonra geriye sadece birkaç günüm kalmıştı. Çöl bölgesinin çok güzel olduğunu arkadaşlarım Lina, Bruno ve Henrick sık sık dile getiriyorlardı. Ben de son günlerimi bu tarafta geçirmeye karar verdim. Çölün ortasındaki bir vaha-köye, Garmeh'e doğru yola koyuldum.
Artık gezgin arkadaşlarımızla yollarımız ayrılıyordu. Bruno, Lina ve Henrick, güneye, Dubai yönüne yolculuklarına devam ettiler. Bense, kuzeye çıkışa başladım. Garmeh'ten sonra Tahran'a, oradan da Ankara'ya geçeceğim.
Garmeh'e gitmek pek de kolay değil- günde tek bir Mahmooly otobüsü, Garmeh'e 30km uzaktaki Khur'a gidiyor. Khur'dan da taksiyle Garmeh'e gidebilirsiniz, taksi fiyatı 4 dolar.
Mahmooly'ler, İran'daki ikinci sınıf otobüsler. Müthiş bir kekoluk sonucu, bindiğim otobüsün fotoğrafını çekmedim. Ama şöyle tarif edebilirim - 80'lerden kalma Mercedes 0302 tipi otobüsler, allanıp pullanıp, her türlü klakson, ışık, peluş ve resimle, yazıyla bezenip, orta büyüklükteki kentler arasında, nispeten ucuza çalışıyorlar. Sürat olarak fena değiller, konfor olarak da eh... Keşke bizim otobüsün bir fotoğrafı olsaydı; yan pencerelerinde "Barbecue" (???), ön camında da "Romantic" yazan, hem içi hem de dışı yanıp sönen kırmızı ışıklarla dolu, batmobil-dürümcü otobüsü-pavyon karışımı şahane bir örnekti.
Otobüs yolculuğunda yan koltukta oturan bir kadınla uzun uzun sohbet ettim. Otobüste iki yabancı daha vardı, onlar da Garmeh'e gidiyorlardı.
Otobüsteki yol arkadaşım, İngilizce bilen bu hanım oldu. Kırmızı ışığa aldanmayın, burası otobüs - pavyon değil. |
Yemekten sonra biz Jbel'le kuvvetli nargileden içtik. |
Gece, kampım parlak yıldızların altındaydı. Çöl kampı çok güzel. Çöl kampı çok sessiz. Çöl kampı karanlık ve esrarlı. |
Her öğün farklı yemekler çıkıyordu, mesela ikinci gün öğle yemeğinde nar soslu acı yoğurtlu bu nefis şeyleri yedim. |
Garmeh'te ikinci akşamım. Yan yana duran hanımlardan biri Everest'e tırmanmış, diğeri nü fotoğraf sanatçısı. Pek sıradan insanlar sayılmazlar, kısacası. |
Garmeh'ten sonra Tahran'a döndüm, burada arkadaşım Hamid (yine!) bana göz kulak oldu, arkadaşlarının evinde kaldım. |
Bu seyahati bitirmek için en uygun yol, Trans Asya Ekspresi ile Türkiye'ye dönmek olmalıydı. Bilet fiyatları (İran tarafındaki yemekler dahil) yaklaşık 45dolar (1.4milyon Riyal). 4 Aralık Çarşamba akşamı Tahran'da uluslararası tren istasyonundaydım. Çantalarım şöyle bir şakacıktan arandı, bisiklet ve ekipmana bagaj fişi takıldı. Tren yolculuklarını hep sevmişimdir. Bu seferki, diğerlerinden de daha özeldi. 3 aylık aradan sonra, eve dönüyordum. Heyecanlıydım. Kafamdan bin türlü düşünce geçiyordu.
Tren o kadar uzun zamanda gidiyor ki, saatleri değil günleri sayıyorsunuz - ama bilmek isterseniz tam 64 saat sürdü. Doğrusu hiç sıkılmadım! İlk akşam, tren hareket ettikten sonra yemeklerimizi (kompartmana servis ediliyor) yedik. Ertesi gün, İran'ın kuzeylerine gitmekle geçti, Tebriz ve diğer yerler kar altındaydı. Akşama doğru (Perşembe) sınıra yaklaştık - iki gümrük muhafızı, sınırdan önceki istasyonda trene binip pasaportlarımızı damgaladı. Türk tarafına geçtik, modern gümrük binalarında pasaportlarımızı damgalatmak için sıraya girdik. İran'lılar, alışkanlıkla, kadın-erkek ayrı sıralar oluşturuverdiler.
Benim pasaportum damgalanırken ufak bir pürüz çıktı - İran'a girerken otomobillerin kullandığı sınır kapısından bisikletimle geçmiştim. Şimdi dönüşte de, otomobillerin kullandığı kapıdan çıkmam gerekiyormuş! Oradan bir memur "5bin lira cezası var" demesin mi!!! "Acıyın bana abiler" tadında atlattım bu badireyi de.
Kompartman arkadaşlarımla öğle yemeği yerken. Trendeki tek non-İranlı bendim. |
Perşembeyi Cumaya bağlayan gece Van İskele'ye vardık, İran'lılar feribotun bira stoklarını hemen tükettiler. Şenlik geç saatlere kadar sürdü - ben yanıma kamp ekipmanımı almıştım, millet göbek atarken kuytu bir yerde matı serip tuluma girdim, sabaha kadar uyku! Tatvan'da TCDD trenine geçtik.
Türkiye'nin coğrafyasının, İran'a göre ne kadar bereketli (ve doğrusu, güzel) olduğunu fark etmemek imkansız. İran'ın çorak örtüsünde geçen günlerden sonra, Türkiye'de renk cümbüşü ile karşılaşılıyor. Van civarında tüm topraklarda tarım yapılıyor. Muş'tan geçerken, hemzemin geçitlerde traktörler trenimizin geçmesini bekliyor- İran'da traktörler o kadar az ki! Köylerimiz öyle güzel ki, sonra yollarımız... İnsan pencereden bakmaya doyamıyor. Türkiye'yi özlemişim yahu!..
Ertesi gün (Cuma gündüz), içki partisi ve eğlenceler devam etti. Şarkılar, halaylar, şakalar, alkol... Saatlerin nasıl geçtiğini anlamadan akşamı ettik. Geriye sadece bir gece kalmıştı- yolculuğun bitmesini hiç istemiyordum.
Nihayet, Cumartesi öğleye doğru, kondüktör "Ankaraaaa..." diye seslenerek kompartman kapılarına vurmaya başladı. Trendekiler, perona dökülürken herkes birbirine sarılıyor, facebook adresleri ve telefon numaraları havalarda uçuşuyordu.
Benim yolculuğum, daha yola çıkmadan çok önce, böyle bir seyahati yapmayı düşlediğim zaman başlamıştı bile. İlk pedal vuruşumdan aylar ve aylar önce, hayal kurarken, insanların bloglarını okurken, malzeme araştırırken, ben yolculuğa başlamıştım zaten.
Bu işin başlangıcı, bir Cumartesi sabahı Bostancı'dan hareket edişime denk gelmiyor. Bundan çok öncesine, aileme planlarımı anlatmama denk geliyor. Bir sabah yöneticime muzip muzip sırıtıp "abi konuşalım mı" dememe denk geliyor. Seyahat, yolculuğun sürdüğü zamandan fazlasını kapsıyor.
Benim seyahatim, bisiklete bindiğim anda başlamadığı gibi, trenden indiğim zaman da sona ermedi. Seyahatin bir kısmı da, sevdiklerime başımdan geçenleri anlatmak -insan bazen yolda sadece bunun hayalini kuruyor-. Aileme, arkadaşlarıma, gördüklerimi heyecan ve keyifle anlatmak da, hikayenin bir parçası oldu.
O yüzden, seyahatin dönüşü beni buruk hissettirmedi; tersine, eve dönülünce anlatılanlar, macerayı tamamlıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder