1 Ocak 2014 Çarşamba

11. Qom, Zanjan, Esfahan




Henrick'le birlikte geçirdiğimiz süre, planladığımızdan daha uzundu. Tahran'dan ayrılırken, ikimiz de biraz yalnız seyahat etmek istiyorduk. Ben Tahran'da kalan birkaç işimi hallederken, Henrick'le vedalaştım - o Esfahan'a hareket etti. Ben bisikleti zaten Khorsow'lara bırakmıştım (geriye sadece 20 günüm kalmıştı, bu süre İran'ı bisikletle geçmek için yetersizdi). Sırt çantasıyla devam ettim.

Dönüşte kullanacağım Tahran-Ankara trenine bilet almaya çalıştım, ama bu düşündüğümden güç oldu. Tahran tren istasyonunda, bu tren için bilet satışı yapılmıyor. Gerçekten! Biletler ancak turizm acentelerinden temin edilebilir. Bu, işleri çok karıştırıyor; turizm bürolarını açık saatlerde yakalayıp, bilet almaya çalışıyorsunuz, ama şimdi uzun uzun anlatmayacağım detaylardan dolayı, biletimi yolculuğa sadece bir hafta kala, taaa Yazd'daki satış ofisinden alabildim. Tahran, Esfahan ve Shiraz'daki satış ofislerinden bilet alamadım.



İlk durağım, muhafazakarlığı ile tanınan Qom kenti. Bu şehir pek turistik değil. 1979 devriminin altyapısı, burada oluşmaya başlamış. Lonely Planet, şehri ziyaret edecekleri "saygılı"giyinmeleri...vs konusunda uyarıyor (2006 basımı). Doğrusu bana sorarsanız, Qom diğer İran kentlerinden daha tutucu değildi. Mesela ekmek fırınındaki kuyruğun kadın-erkek ayrılması, Qom'a mahsus değil, başka şehirlerde de buna rastlanabilir. Şehrin en "popüler" yeri, İmam Rıza'nın kız kardeşi Fatma'nın, Hazret-i Masumiye türbesindeki istirahatgahı. Yüzlerce İranlı ve Pakistanlı Müslüman, bu mübarek yeri görmek, dileklerde bulunmak için akın ediyor. Etraf küçük otel ve "misafirhane"lerle dolu, pek çoğu da -bkz. Muharrem- tıklım tıklımdı.

İran'da ekmeklerin pişiriliş şekilleri ve lezzetleri yöreden yöreye değişiyor: kuzeydeki ekmekler daha poğaçamsıydı, aşağıya indikçe lavaşa döndüler, ve burada, Qom'da, içi çakıl taşı dolu tandırda pişiyorlar. Ekmekler müşterilere servis edilirken, fırından çıkar çıkmaz bu telli tezgaha fırlatılıyor. Müşteri, ekmeğe yapışmış çakıl taşlarını silkeliyor, parmaklarını yakmamaya gayret ederek bu taşları fiskeliyor. Lezzeti çok iyi!

İran'da şiir pek önemli bir sanat. Hatta birileri "favori şairimi" sordu. Bindiğim bir taksinin şoförü arkadaşım da, yol boyunca durmadan şiir okudu durdu. Ferdowsi, Saadi, Hafiz, ve tabii ki Hayyam, en bilinen isimler. Her kentin büyükçe caddelerine, de bu isimler verilmiş.


Qom'dan sonra Kashan kentine gittim. Bu bir Cuma gününe denk geldi, hava yağmurluydu, pazar kapalıydı, eh biraz yalın geldi. Güzel bir havada eminim daha farklı olurdu. İran'ın bahçeleri meşhur - Kashan'da da bunlardan bir tane vardı (Fin Bahçesi). Güzeldi. Evet, çok da heyecanlandırmadı beni.





Ambargolar dolayısı ile Visa, Mastercard ve diğer uluslararası para transfer sistemleri İran'da çalışmıyor. Dolayısı ile, ülkeye girmeden önce, yeterince nakit parayı yanınıza almanız gerekiyor. Dolar bozdurmak gayet kolay. Kezban bir turist olarak bile, bankamatikten yararlanamamak güç geliyordu. Bunu bir de İran'lı esnafa sorun; bir turiste halı satmak onlar için çok zor. Çünkü turisti, halıyı almaya ikna etseler bile, kredi kartı geçmediği için, parayı nakit tahsil etmeleri, ya da karmaşık başka bazı yöntemlere başvurmaları gerekiyor.

İran ekonomisi çok parlak değil, ama bunca kriz ve ambargoya, enflasyona rağmen günlük hayat gayet de devam ediyor.

Bir de toman-riyal hikayesinden bahsedeyim... Resmî para birimi Riyal. Ama günlük hayatta, Toman para birimi kullanılıyor. 10 Toman =  1 Riyal. Mesela  meyve alacaksınız, tezgahta "5000/kg" diye levha olsun. Kafanız iyice karışsın diye zorlaştırayım; siz de gidip 100 gram meyve aldınız. (kehkeh)!
Şimdi üzerinde 500 yazan banknotu satıcının eline tutuşturduğunuz zaman, bakkal abinin tatsız bir şekilde kıpırdanıp bir şeyler mırıldandığını göreceksiniz. Çünkü aslında karpuzun kilosu 5000 TOMAN. Sizin cebinizdeki banknotlar ise RİYAL. 500 değil, 5000 vermeniz gerekiyor; tezgahtaki fiyatları 10 ile çarpmak lazım.

Sadece, otobüs bileti gibi resmi evrakta, müzelerde, bir de turistlerin uğradığı dükkanlarda (bu salaklar anlamaz düşüncesi ile), fiyatlar Riyal biriminden yazılıyor. Geri kalan her yer Toman.


Sokakları rastgele dolaşırken, bu medreseye girdim. Öğrenciler "hoşgelmişsen" dediler, sonra rahatça fotoğraf çekmem için nazikçe yanımdan ayrıldılar.





 Kashan'dan sonra, bir otobüse atlayıp Esfahan'a gittim. Burası Yazd ile beraber İran'ın en turistik şehri. Burası sadece "güzel bir kalesi var", "güzel bir camiisi var" gibi değil, bir bütün olarak yaşayan bir kent. Sevdim.

Jameh (Cuma) Camii, yapımına 11inci yüzyılda başlanmış. İran'dakilerin en büyüğü olan caminin dört cephesinin her biri, İran'ın tarihine hakim olan değişik medeniyetlerin mimarisini yansıtıyor. Örneğin güney cephe Moğol tarzı. Yapının değişik dönemlerdeki değişimi, küçük bir odada detaylıca anlatılmış. 




Esfahan'ın güzel bir de pazarı var, burada (acaba hayatımda ilk defa mı?) mikrofonsuz ezan okuyan bir müezzini dinledim. Pazarın içine gömülü mescitlerden birinin kapısında, müezzin, elini dudaklarına siper yaparak, avaz avaz bağırıyor, sesi pazarın galerisinde yankılanıyordu.


Tesbihlerin alım satımı yapılırken, kalite kokuyla kendini ele veriyor.


 Haremlik-selamlık kapı tokmaklarını Türkiye'den tanıyoruz.

 




Yeşilde bile dikkatli geçmek lazım!




Ali Qapu Sarayı'nın müzik odasının enfes tavan oymaları.


Esfahan, Zayahdeh nehri ile kuzeyden güneye ikiye bölünmüş. Artık nehrin debisi, oralardaki bir baraj yüzünden çok düşük, ben oradayken yatak kupkuruydu. Ama bu, Esfahan'lı kızların ve oğlanların, nehri geçen Si-o-Se köprüsü civarında volta atıp, birbirlerine göz kırpıp, laf atıp, nargile içmelerine engel değil. Köprünün altındaki kemerlerin altında da, sevgilisi ile el ele diz dize oturan çiftler, ve bunları izleyip kıkırdayan ergenler var.




 





Kentin güney kısmı - Jolfa- eskiden Ermenilerin yaşadığı mahalle. Ülkenin kuzeyindeki Jolfa kentinden buraya sürgün edilen Ermeniler,  Müslümanlarla kaynaşmamaları için nehrin güney yakasına yerleştirilmişler. Şimdi bölgede hala aktif olan kiliseler var, hem de kentin bu kısmı, "hip" cafe'ler ve başörtüsünün dekoltesini zorlayan kızlarla dolu.




Ali Camii'nin 48 metrelik minaresi.





Tarihi tarihçilere bırakmak lazım, ama İran'ın yakın geçmişinden biraz bahsetmezsem olmaz. Bizim de ismen epey aşina olduğumuz Şah (Rıza) Pehlevi, 1920'lerde bir darbe ile ülkenin başına geçiyor. Bu iyi, çünkü Şah'tan önce ülke ekonomik olarak hapı yutmuş. Şah Rıza iktidara gelir gelmez değişim başlıyor - bu arada Türkiye'ye benzer bir sosyal reform paketine özeniyor. Fakat Şah Rıza pek de iyi bir politikacı değil: çarşaf giyilmesini yasaklaması ve benzeri sert yenilikler, Şah ve ailesinin popülerliğini pek iyi etkilemiyor.

II. Dünya Savaşı'nda, Nazi sempatizanı olan Şah Rıza,  İngiltere ve Rusya tarafından Afrika'ya sürgün ediliyor. Savaşın ardından oğlu Mohammed Rıza, başa geçiyor. M.Rıza, sömürgecilerin o kadar etkisinde ki, tüm milli varlıkları (Petrol) İngiltere'ye satmaya kalkıyor (BP). Beceriyor da!

Bu arada, iktidara gelip başbakan olan M.Mosaddegh, aklı başında bir adam. Derhal bütün petrol rezervlerini millileştiriyor -1951. Bu iş İngiltere ve ABD'nin hiç hoşuna gitmiyor elbette.  Mosaddegh bu işin altında bir çapanoğlu olduğuna uyanıp, hemen İngiliz diplomatları ülkeden şutluyor. Ama çok geç, CIA adamcağızı deviriyor. ABD tekrar Şah'ı başa geçiriyor. Hızlı bir reform politikası (tekrar) başlıyor. Reformlar fena gitmiyor, ne var ki Şah ülkede hiç sevilmiyor. Şah'ın gizli polis örgütü de, binbir türlü pis işle, muhalefeti susturmada çok başarılı. Pahlavi ailesinin korkunç lüks düşkünlüğü de sempatizanlarının azalmasına neden oluyor.

Velhasıl hem komünist cephe hem de İslamcılar, Şah'tan nefret ediyorlar. Sonuç? Ayaklanma. Ayaklanma bastırlamayınca, Şah Mısır'a kaçıyor. Ve devrimin liderlerinden Khomeini, ülkenin dizginlerini eline alıyor. İlk iş, muhalif olabilecek tüm gruplar imha ediliyor. ABD elçiliğinin 444 boyunca işgal edilip diplomatların rehin tutulması da devrimin tuzu biberi...

Tam bu arada Saddam, bu karışıklıktan istifade edip İran'a giriyor - 1980 (Irak ABD tarafından destekleniyor tabii ki).  İran 2 senelik savaştan sonra Irak'lıları sınırından dışarı atıyor, attığı yetmezmiş gibi, bir de Irak tarafına girip, Karbela'ya kadar hak iddia ediyor. Bu, savaşın 6 sene daha uzaması demek. Toplam ölü sayısı yarım milyon.

Khomeini ölünce, yerine Khamenei (gözlüklü olan) geçiyor . Khamenei, hala ülkenin dini lideri. O ve ekibinin, istedikleri kanunu veto etme hakları var.

Ancak Khamenei 'den itibaren seçimle başa gelen politikacıların hepsi, "liberal" tanımlanabilecek kişiler. Bugün de, Ruhani'nin iktidarı, bu istatistiği destekliyor.



Benim sokakta konuştuğum tek bir insan evladı bile, "mollaların" lehine bir cümle kurmadı. İran'lılar ülkelerinin bu "delilerin" (bu İran'lıların ifadesi benim değil) elinde olmasından hoşnutsuz. Ama bunu yüksek sesle söylemek, herkesin cesaret edebileceği bir şey de değil. (Doğrusu, aksi görüşteki insanlarla konuşmayı da çok isterdim, ama hiç denk gelmedi). Khomeini ve Khamenei, tüm fotoğraflarında meymenetsiz, tehditkar bir surat ifadesi ile poz veriyorlar.

Türkiye'de Devrim kelimesi pozitif bir anlama sahip. Benim bir sürü arkadaşım, sosyal medyada devrim'li mesajlar atıyorlar. İran'da durum farklı. İran'de devrim kötü şeyleri temsil ediyor. Mollaların kovulması adına da olsa, yeni bir devrime hiç sıcak bakılmıyor. Zaten ülke kendi organik akışını bulmuş, bundan sonra zamanla iyileşeceğini umuyorlar. Birkaç devrim birden yedikten sonra, artık bu yöntemin pek de sağlıklı olmadığını anladıklarını söylüyorlar.

Devletlerin devrimcileri pazarlanma teknikleri çok benzermiş! Her iş yerinde, her restoranda, okulda, sokaklarda resimlerinin olması, en büyük park meydan ve sokaklara isimlerinin verilmesi; paraların üzerindeki resimler, bunları yadırgamamıştım. Ne zaman ki İran'da bir ders kitabını açıp da (tersten okurken) 3. sayfada Khomeini'nin fotoğrafını gördüm, o zaman irkildim.  Benzerlikler insanı gülümsetiyor.

İran-Irak savaşı, ulus için açık bir yara. Heykeller ve anıtların dışında, pek çok yerde (şehirler arası yollar, mabetler, devlet daireleri, dağ başı yerlerde bile) şehit düşenlerin fotoğrafları var. 13-15 yaşındaki çocukların, mayın tarlalarını temizlemek için, çarpışma bölgelerinde dolaşıp kendilerini patlattıkları anlatılıyor. Televizyonlarda hemen her gün gazilerle röportajlar yayınlanıyor. Doğrusu, şehitliğin bu kadar propagandasının yapıldığı bir ülkede, bazı temel şeylerin bayağı yanlış ele alındığını düşünüyorum.

İran'da sokakta yemek çeşitliği zayıf. Kebaptan başka tür bulmak için, epey aramak gerekiyor.  Altta büryan yemeği var - ayranla servis ediliyor. Ayranlar sulu, naneli, ekşi. Alışmak zaman alıyor.




Siyah en moda renk, deseni ise çeşit çeşit! Vitrin mankenlerinin başı genelde kapalı oluyor, ama asortik mağazalarda böyle kafası yarıdan kesik türleri yok değil! 





 Fotoğraflarını gördüğünüz İmam Cami. Kubbesinin tam merkezindeki siyah taşlarda konuşulanlar, tüm kubbenin içinde 12 kere yankılanarak işitiliyor.





Nakşi Cihan Meydanı


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder