Bayram tatili boyunca ailemle geçirdiğim 10 gün gayet keyifliydi, ve sonrasında yine yalnız yola devam edecektim. Bazı kararlar vermem gerekiyordu.
Yolculuğu nasıl yapacağımla ilgili karar verirken etken olan, yalnız gezmek, ve bisikletle seyahatle ilgili bazı tespitlerimi paylaşmalıyım...
Otomobille ve sırt çantası ile gezmek, başta daha konforlu görünüyor, ve kısa zamanda daha "çok" yer gezilebiliyor. Bu güzel. Özellikle, nispeten ıssız yerlerde, dağ başındaki, bisikletle giderken "erişilemez" görünen yerler pekala bir anda kapsama alanına alınabiliyor. Fakat otomobil o kadar hızlı ki, bir günde çok fazla yer geziliyor, bu da insanın konsantrasyon ve heyecanını azaltıyor. İşin macera ve bilinmezlik kısmı nispeten az. İnsan yolda olmaktan ziyade, devamlı yeni yer görmekten dolayı yoruluyor.
Zaten yalnız başıma otomobille seyahat etmeyi düşünmüyordum - beni kesmezdi. Sadece otobüs ve diğer toplu ulaşım araçları ile gezmek de zor olmalı, çünkü peşpeşe şehirler geziliyor. Bu da temponun yükselmesi demek. Şehirler yorucu yerler, bazı şehirler diğerlerinden güzel, bazıları ise manasız. Birbiri ardına 10 kent gezilince, sanki ayrı şehirler değil de, tek bir şehrin mahallelerini geziyormuşsunuz gibi geliyor. Oysa bisiklet (ve benzeri) ulaşım şeklinde, en somurtkan şehir bile, varılan bir hedef, ve kurtarılmış bölge haline geliyor. Şehirde otel imkanı var, büyük bir market var, birkaç restoran var, çay bahçesi var, şehrin temposu ve insanları var! Ulaşmak için 2 gün boyunca köyden köye bisikletle gittiğim Kırıkkale'de bile biraz zaman geçirmek istedim - ki Kırıkkale vahim derecede sıkıcı bir yer.
Bu durumda, otostop mantıklı görünüyor - bilinmezlik faktörünü artırmanın iyi bir yolu. Türkiye'de otostop çekmenin kolay ve eğlenceli olduğunu düşünüyorum. Otostop çekerken, bisiklette aldığım "yolda olma" hissine yakın şeyler hissediyordum - beni almadığı halde korna ile selam verenler...vs. İnsan yolda var olduğunu hissediyor, ama tabii yolculuktan zevk almak için bu kadar sosyal olmaya neden ihtiyacımın olduğu sorgulanabilir; galiba ben yolda olduğumun farkında olunmasını fazlaca önemsiyorum?
...Lafı dolandırmayayım, otostopta da dikkat edilmesi gereken şey, yol seçimi. Ana yollarda otostop çekmektense, köyleri birbirine bağlayan ikinci sınıf yollarda otostop çekmek çok daha ilginç bir deneyim olmalı. Normalde geçilen güzergahların dışında olmak, macera hissini, ve tesadüfi keşifleri katlayarak artırıyordur eminim. Otostopun en büyük dezavantajı bence, istediğiniz anda durma şansınızın daha az olması.
Bir de, ben kamp yapmayı seviyorum kardeşim! Her akşam otelde kalarak çok uzun süre seyahat edemem. Hubba (çadırım) ile geçirdiğim bir ayın sonunda, "ev" hissini yaşayabildiğim bir yuvam vardı artık - bunu yitirmek istemiyordum.
Yolda bana en çok sorulan sorulardan biri "yalnız sıkılmıyor musun?". Bir sürü insan, bir arkadaşımla bu işi yapmamın daha hayırlı olacağını söylüyor. Ben, yalnızken kendimi iyi hissediyorum. Arada birkaç gün başkaları ile gezmek dinlendirici oluyor, ve güç katıyor. Ama birkaç günden sonra, kendi başıma geçirdiğim zamanı şiddetle özlüyordum.
Bu arada Güneydoğu'yu otomobille geçerken çok keyif aldım. Bu rotayı bir de bisikletle geçmek çok iyi bir fikirmiş gibi göründü, çünkü otomobilde eksik kalan şeyler vardı. Böylece, Şırnak'tan başlayarak, Hakkari ve Yüksekova'ya, oradan da İran'a bisikletle geçmeye karar verdim. Bisikleti Şırnak'a götürdüm.
İyi ki de böyle yapmışım.
Önce Diyarbakır'a gittim - bu kenti daha önce 2 kere gezmiştim, ama bir gün daha geçirirken hiç sıkılmadım. Arka sokakları, agresif çocukları, hanları ile, şahsına münhasır bir yer!
Süvarikotra'dan aşağı hayvanlar gibi hızla inerken, bir de ne göreyim! Bir minibüs dolusu hanım, düğüne giderken, yolda sıkılmışlar, dağın ortasında yol kenarında durmuşlar, bir yandan Kürtçe bir şarkı söylerken bir yandan da halay çekiyorlar!!!! Bir saat önce dağı tırmanırken "ben ne yapıyorum" diye söylenip duruyordum. Aşağıdaki manzara ile karşılaşınca ise, bu sefer "of, işte yolda olmak bu!!" hissi bastırmıştı.
Güneydoğu'da seyahat ederken, geçen 5 günde sadece bir kere öğle yemeği yaptım, diğer tüm günlerde, insanlar beni sofralarına davet ettiler. Üzümlü Köyü yakınlarındaki bu korucu noktasından geçerken de, neşeli bir pikniğe katıldım, uzun yıllardır bu işi yapan korucular, savaşın bitmesi sayesinde, emekliliklerinin gelmesini huzur içinde bekliyorlardı.
Türkiye'den ayrılmadan önceki son akşamımda, yine bir köyde misafirdim.
Yolculuğu nasıl yapacağımla ilgili karar verirken etken olan, yalnız gezmek, ve bisikletle seyahatle ilgili bazı tespitlerimi paylaşmalıyım...
Otomobille ve sırt çantası ile gezmek, başta daha konforlu görünüyor, ve kısa zamanda daha "çok" yer gezilebiliyor. Bu güzel. Özellikle, nispeten ıssız yerlerde, dağ başındaki, bisikletle giderken "erişilemez" görünen yerler pekala bir anda kapsama alanına alınabiliyor. Fakat otomobil o kadar hızlı ki, bir günde çok fazla yer geziliyor, bu da insanın konsantrasyon ve heyecanını azaltıyor. İşin macera ve bilinmezlik kısmı nispeten az. İnsan yolda olmaktan ziyade, devamlı yeni yer görmekten dolayı yoruluyor.
Zaten yalnız başıma otomobille seyahat etmeyi düşünmüyordum - beni kesmezdi. Sadece otobüs ve diğer toplu ulaşım araçları ile gezmek de zor olmalı, çünkü peşpeşe şehirler geziliyor. Bu da temponun yükselmesi demek. Şehirler yorucu yerler, bazı şehirler diğerlerinden güzel, bazıları ise manasız. Birbiri ardına 10 kent gezilince, sanki ayrı şehirler değil de, tek bir şehrin mahallelerini geziyormuşsunuz gibi geliyor. Oysa bisiklet (ve benzeri) ulaşım şeklinde, en somurtkan şehir bile, varılan bir hedef, ve kurtarılmış bölge haline geliyor. Şehirde otel imkanı var, büyük bir market var, birkaç restoran var, çay bahçesi var, şehrin temposu ve insanları var! Ulaşmak için 2 gün boyunca köyden köye bisikletle gittiğim Kırıkkale'de bile biraz zaman geçirmek istedim - ki Kırıkkale vahim derecede sıkıcı bir yer.
Bu durumda, otostop mantıklı görünüyor - bilinmezlik faktörünü artırmanın iyi bir yolu. Türkiye'de otostop çekmenin kolay ve eğlenceli olduğunu düşünüyorum. Otostop çekerken, bisiklette aldığım "yolda olma" hissine yakın şeyler hissediyordum - beni almadığı halde korna ile selam verenler...vs. İnsan yolda var olduğunu hissediyor, ama tabii yolculuktan zevk almak için bu kadar sosyal olmaya neden ihtiyacımın olduğu sorgulanabilir; galiba ben yolda olduğumun farkında olunmasını fazlaca önemsiyorum?
...Lafı dolandırmayayım, otostopta da dikkat edilmesi gereken şey, yol seçimi. Ana yollarda otostop çekmektense, köyleri birbirine bağlayan ikinci sınıf yollarda otostop çekmek çok daha ilginç bir deneyim olmalı. Normalde geçilen güzergahların dışında olmak, macera hissini, ve tesadüfi keşifleri katlayarak artırıyordur eminim. Otostopun en büyük dezavantajı bence, istediğiniz anda durma şansınızın daha az olması.
Bir de, ben kamp yapmayı seviyorum kardeşim! Her akşam otelde kalarak çok uzun süre seyahat edemem. Hubba (çadırım) ile geçirdiğim bir ayın sonunda, "ev" hissini yaşayabildiğim bir yuvam vardı artık - bunu yitirmek istemiyordum.
Yolda bana en çok sorulan sorulardan biri "yalnız sıkılmıyor musun?". Bir sürü insan, bir arkadaşımla bu işi yapmamın daha hayırlı olacağını söylüyor. Ben, yalnızken kendimi iyi hissediyorum. Arada birkaç gün başkaları ile gezmek dinlendirici oluyor, ve güç katıyor. Ama birkaç günden sonra, kendi başıma geçirdiğim zamanı şiddetle özlüyordum.
Bu arada Güneydoğu'yu otomobille geçerken çok keyif aldım. Bu rotayı bir de bisikletle geçmek çok iyi bir fikirmiş gibi göründü, çünkü otomobilde eksik kalan şeyler vardı. Böylece, Şırnak'tan başlayarak, Hakkari ve Yüksekova'ya, oradan da İran'a bisikletle geçmeye karar verdim. Bisikleti Şırnak'a götürdüm.
İyi ki de böyle yapmışım.
Önce Diyarbakır'a gittim - bu kenti daha önce 2 kere gezmiştim, ama bir gün daha geçirirken hiç sıkılmadım. Arka sokakları, agresif çocukları, hanları ile, şahsına münhasır bir yer!
Şırnak'tan Hakkari'ye giden karayolu, Cudi dağlarının gölgesinde nefis manzaralar, ve korkunç tırmanış ve inişlerle bezeliydi. Neredeyse hiç düzlük yoktu, bundan dolayı menzilim düşüktü. Ama yolculuk harikaydı, ve acelem yoktu.
(Babamın tavsiyesi ile), bu seyahatte sanki sınırsız zamanım varmış gibi acele etmeden seyahat ettim. Bunun ne kadar iyi bir tercih olduğunu anlatamam. Eğer bir büyük (turistik) şehirden diğerine, bir tarihi anıttan diğerine koşturuyor olsaydım, bu yolculuğun işyerinde aldığım izinlerde gerçekleştirdiğim 1 haftalık tatillerden farkı kalmamış olacaktı - sadece daha uzun süreli seyahat etmiş olacaktım. Oysa yavaş yavaş ilerlemek, bir anlamda daha önce yaşamadığım bir deneyimi - gezgin olmayı bana tattırdı.
Hem, eğer sınırlı zamanım varmış gibi seyahat etmiş olsaydım, bilincimin bir yerinde yine "dönme" düşüncesi olacak, zaman sınırından dolayı çalıştığım şirketin baskısını (izinde olmamda rağmen) hissedecek, ve muhtemelen çalışma hayatı ile barışık olarak dönemeyecektim. Bunun detaylarını daha sonra yazacağım.
Hayvan fotoğrafı sevmiyorum ama bu yavru köpeklerle yarım saat falan oynadım, bir fotoğraflarını koymazsam ayıp olacak. |
Ali Abi'lerin köyü'nden ayrılırken. |
Süvarikotra'dan aşağı hayvanlar gibi hızla inerken, bir de ne göreyim! Bir minibüs dolusu hanım, düğüne giderken, yolda sıkılmışlar, dağın ortasında yol kenarında durmuşlar, bir yandan Kürtçe bir şarkı söylerken bir yandan da halay çekiyorlar!!!! Bir saat önce dağı tırmanırken "ben ne yapıyorum" diye söylenip duruyordum. Aşağıdaki manzara ile karşılaşınca ise, bu sefer "of, işte yolda olmak bu!!" hissi bastırmıştı.
Çukurca - Hakkari karayolu bir vadinin içinden geçiyor, yanından Zap suyu akıyor, ve insan asfaltta giderken, trekking yapıyormuş gibi hissediyor. Manzara dehşet. |
Güneydoğu'da seyahat ederken, geçen 5 günde sadece bir kere öğle yemeği yaptım, diğer tüm günlerde, insanlar beni sofralarına davet ettiler. Üzümlü Köyü yakınlarındaki bu korucu noktasından geçerken de, neşeli bir pikniğe katıldım, uzun yıllardır bu işi yapan korucular, savaşın bitmesi sayesinde, emekliliklerinin gelmesini huzur içinde bekliyorlardı.
Harun ve kardeşi, dik bir rampada, bisikletimi metrelerce arkadan ittirdiler. Sonra utanıp, koşarak evlerine kaçtılar :) |
Hakkari girişinde çöpler, insanın genzini ve kalbini yakıyor. Belediye başkanı, bu konu gündeme geldikçe "nikarım", yani "yapamıyorum" dermiş. |
Bu fotoğraftaki arkadaşlarımız, İstanbul'a döndüğümde "kıroların arasına düştüm" diye anlatmamam için sıkı sıkı tembih ettiler. |
Türkiye'den ayrılmadan önceki son akşamımda, yine bir köyde misafirdim.
Esendere, İran'la Türkiye arasındaki sınır köyü. Yolda giderken her zaman selam ve bazen de tezahürat alıyorum. Esendere'de de bu servis minibüsündekiler, coşkuyla veda ettiler. İran'a 2 km kaldı. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder