28 Ağustos 2013 Çarşamba

1. Başladım

Hey yavrum, bir haftadır yollarda mıyım şimdi ben!!!!! Kendimi çok iyi hissediyorum!!!


İlk gün Yalova'dan İznik'e geçerken, sanki pedal çeviren ben değilmişim de, başka bir bisikletçinin gözlerinden yolu görüyormuş gibi hissediyordum. Resmen, zihnim ve gövdem beraber değillerdi. Tam endişe gibi değil de; yolda giden ben değilmişim gibi, adlandırmanın zor olduğu bir his. 

Böyle hülyalı hülyalı Orhangazi'ye doğru inerken, arka lastiğim patladı, ben de kendime geldim. Yol kenarına çekip lastiği tamir ederken içimden "daha yola çıkalı bir gün olmadı mnskym" diye homurdanıyordum. Lastiği yamadım (bu arada patlayan TABİİ Kİ arka lastikti), vitese yerleştirdim, ve gevrek gevrek sırıttım: "bu iş de tamam"! O anda, lastiğin böyle nasıl desem, olduğu yerde pörsümeye başladığını görünce, sırıtışım yarıda kaldı. Yama tutmamıştı! Lastiği yeniden söktüm, bu sefer adam gibi yamaladım, ve bu tatsız süprizin moralimi bozmasına izin vermeden, lastiği bisiklete takmaya başladım. 

İznik, hiç sıkılmadan bir gün
geçirdiğim sempatik bir kent.
O anda "fiyuuiiii" diye mahçup, sessiz bir osuruk sesi duydum. Bu sesi çıkarak katiyen ben değildim, ve etrafta lastik ve benden başka kimse yo.... Lastik!?!??! Yama yine tutmamıştı. Lastik, daha ilk günden beni sınıyordu. Demek öyle! Lastiğin atağını savuşturacak silah, tam da heybemde duruyordu. Elimi heybeye soktum, ve hırsla çıkardım: Yeni iç lastik. İşte, bunun hakkından kimse gelemezdi. Nitekim, arka lastiğim o günden sonra bir daha hiç patlamadı. (edit: abartmayalım, bir süre sonra tekrar patladı tabii)
İznik yakınlarında ilk kampımı yaparken, yol boyunca taze toprak kokusu burnuma ziyafet çekiyordu. Sağdan soldan söğüşlediğim incir ve şeftaliler de cabası... 

Ertesi gün İznik'i keyifle gezdim. Öğleden sonra, İznik'ten sonrası için rota çıkartmaya koyuldum. Bolu ve Eskişehir güzergahları arasında bir karar vermem gerekiyordu.

Yeşil Camii'nin minaresi havalı!

2 yorum: